SONUM OLDU...
yıllar sonra..bir gün..seni gördüm ..evliydin..ve beni ``eski bi dost`` diye tanıştırmıştın..gözlerimizi alamamıştık birbirimizden..seneler geçiyodu sanki gözlerimizin önünden.. yaşadıklarımız..ayrılık sebebimiz belki hala kalbimizi acıtıyodu..belki hala bi ümit vardı içimizde..ama söylesene sevgilim hayatında başka biri varken neyin ümidiydi bu.. canımı yanıodu..kalbim sızlıyodu..evlenmiştin...oysa zamanındaa evlilik fikrine karşı çıksamda bizim hayalimiz bu.ben bu kadar kalp kırıgıyla yanlızlıgımla yaşamaya alışmışken sen nasıl evlenebildin söylesene sevgilim.. nasıl hayatını bi başka kadınla birleştirebildin..hiçmi kalbin sızlamadı..hiçmi yüreğin hayırrrrrr demedi sana.. belkide herşeyin üstünü örtmüştün..unutmuştun beni unutmaya çalışıyodun...bi başkası çıkış yoluydu belki..ama şimdi dahamı iyi oldu sevgilim..kalbinnn aklınnnn ruhun acımıyomu.. ve beni evinize davet ettiniz bi akşam yemegine..``senin eski bi arkadaşın`` olmam,eşini mutlu etmişti tanımak istemişti beni... uyuyamadıgım günlerin sonunda..o gün geldi..vakit tamamdı..artık çıkmalıydım evden.. evden ayrılmadan son kez bana çooooooook ızaklardan yolladıgın çiçeklere baktım..hani seneler önce yolladıgın..güçlü olmak zorundaydım..çünkü sana geliyodum..eşinin ve senin hayatına bu gecelik konuk olucaktım..gözyaşlarımı sildim..ufak tefek makyaj hileleriyle kapadım mutsuzlugumu,solgunlugumu... verdiğiniz adrese gelmiştim..arabadan inerken son kez derin bi nefes aldım..sanki hayat durucaktı benim için..belki hiç gelmemeliyim bu daveti geri çevirmeliydim diye düşünürken..bunu kendine yapma dedim..belki canın çok daha fazla yanıcak ama yapma bunu dedim..içeri gir dedim son kez olsada gör onu ve hayatından ÇIK dedim!! eşinle senin dünyandaydım artık.. eşinin sana ``aşkım,canım,hayatım`` die seslenişleri ruhumu kanatıyodu..seninse onca seneden sonra gözlerin doluydu..bi çıkışın yoktu..belki pişmandın..belki içinde hala ben vardım..ama yapıcak bişey yoktuki sevgilim...hep bizim hayalini kurdugumuz evde bu...hatırlıyomusun sevgilim seneler önce ne kadar korkardım evlilikten...ama genede hayal kurardık..kocaman pencereleri olan...baştan aşa beyazlarla ,krem rengi eşyalarla döşenmiş bi ev,kocaman genişş koltuklarrr,yerlerde sürünen perdeler....bu evde yanındaki ben olmalıydım sevgilim.. ama olmadı... olamazdı... olmamalıydıı... benim yenemediğim gururummm..kırıklarla dolu bi kalbim ve kanıyan yaralarım vardı...bunu zaman iyileştirebilirdi ancak..ama olmadı sevgilim.. zaman hiçbişeyi iyleştirmedi..zaman bana en büyük kötülüğü yaptı..aramızdaki uçurumu açtı..seni benden - beni senden uzaklaştırdı..ama yaralarım hala o kadar tazeki...canım o kadar acıyoki..hala o günkü gibi taze herşey..zaman bana hiçbişey katmadı sevgilim..zaman hep benden götürdü!!! uzun bi geceydi benim için..hemen uzaklaşmak istiyodum hayatından...kaçıp gitmek istiyodum..bitsin istiyodum bu işkence..ve gecenin sonuydu artık..oyun bitmek üzereydi...az sonra şu kapıdan çıkcıaktım ve kendimi oldugum yere bırakıcaktım..bugun için sabırsızlanıyodum çünkü artık gücüm yoktu...bitmiştim... ve veda anı geldiğinde..herşey için teşekkür ettikten sonra..size aldıgım ``aslında içinde ikimizin resminin olması gerektiği ama asla olamıycagı`` boş çerçeveyi eşine verdikten sonra..sıra senle son gözgöze gelmemize gelmişti sevgilim..bütün gece gözlerimizi birbirimizden kaçırmıştık ama bu son bakışmamış olucaktı...birbirimize dediğimiz son ``HOŞÇAKAL``olucaktı bu..son vedaydı bu...birbirimizden kaçtıgımız onca seneden sonra artık nerde oldugumuzu bilipte birbirimize asla dokunamıycagımız zaman gelmişti artık.. son kez sana sarılmak güzeldi sevgilim..son kez gözlerine bakmak..son kez sana bu kadar yakın olmak...son kez seni öpmek..son kez ellerini dokunmak..son kez yüreğini hissetmek güzeldi sevgilim..senelerden sonra ``SON KEZ``de olsa bunları yaşamak güzeldi sevgilim...aramızda sadece bi kapı vardı sevgilim..kapanması gereken bi kapı..istemesekte kapamak zorundayız sevgilim..ve o kapı kapanırken son kez gözlerine bakmak..gözlerinin içindeki hüznü görmek,özlemi görmek benim ``SONUM OLDU``sevgilim... seneler önce bi dolunay gecesinde bitmişken herşey...şimdi gene bi dolunay gecesi sevgilim..ben artık gidiyorum..taşıyamıyorum artık sensizliği sevgilim.... gözlerinde kendimin kalbinde başkasının oldugunu bilmek..yordu beni sevgilim..ben gidiyorum sevgilim..olamam artıkbu şehirde..yapamam nolur anla beniii.... hoşçakal sevgilim..........hoşçakal sevdiğim ve hep seviceğim...
BİR ŞİZOFRENİN AŞKI
Babam öleli 12 yıl olmuştu ve ben 20 yaşına geldiğimde babasız olmanın acısını artık çok daha iyi anlıyordum. Annemle birlikte küçük ama mutlu bir dünya kurmuştuk kendimize. Mevsimlerden bahardı, sokaklarda parklarda dolaşıyordum. Bu bahar daha bir coşkulu hissediyordum kendimi. Birçok arkadaş edinmiştim. Mehmet, Can, Can’ın Kuzeni Merve ve daha birçoğu… Her gün belirli saatlerde buluşup eğlenceli dakikalar yaşıyorduk. Onlarla o kadar çok eğleniyordum ki artık işe bile gitmiyordum.
Yine işe gitmediğim bir günde yalnız başıma dolaşırken arkadaşlarımla her zaman oturduğumuz parkta gördüm onu. O kadar güzeldi ki… Bir süre çevresinde dönüp beni fark etmesini umdum ama bana hiç bakmıyordu. Tam umutsuzluğa kapılmak üzereyken son bir cesaretle yanına yaklaştım ve “Oturabilir miyim?” diye sordum. Deniz mavisi gözleriyle bakıp, küçük bir tebessümden sonra “Oturabilirsiniz” dedi. Kalbim heyecandan deli gibi çarpıyordu. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sonra kısık bir sesle, “Adım Alper”, diyebildim. Bana dönüp “Ceren” dedi. Bir süre sohbetten sonra telefonlarımızı birbirimize verip ayrıldık. Akşam olanları anneme anlattım. Annem gözlerimdeki mutluluğu fark edince çok sevinmişti.
Arkadaşları davet ettim
İlerleyen günlerde Ceren ile daha sık görüşür olduk. Zaman ilerledikçe ona daha çok bağlanıyordum. O hayatıma girdikten sonra işe gitmeye başlamış, diğer arkadaşlarımla da daha az görüşür olmuştum. Arkadaşlar sitem edince kendimi affettirmek için onları akşam yemeğine davet ettim ve hazırlık yapmak için erkenden eve gittim. Anneme arkadaşlarımın geleceğini ve güzel bir yemek için hazırlık yapmamız gerektiğini söyledim. Akşam gelip çatmıştı. Kapı çaldı, hemen koşup açtım. Arkadaşlar gelmişti. Onları salona alıp sofrayı hazırlamak için mutfaktaki anneme yardıma gittim. Sofra hazırlandıktan sonra salona geçip onları içeri çağırdım. Arkadaşlarımı masaya alırken annemin bakışlarındaki korku ve şaşkınlık ifadesini hiç anlayamamıştım. Tam arkadaşlarımı anneme tanıtıyordum ki annem büyük bir feryatla masadan ayrılıp gitti. Olanları bir türlü anlayamıyordum. Arkadaşlardan özür diledim ve yemeğe başladık. Yemeğin ve sohbetin ardından arkadaşlar gitti. Annemin odasına gidip olanları sorduğumda hiç cevap vermedi. Sadece yüzüme bakıp ağlıyordu.
Eve gelen misafir
Aradan 3 ay geçmişti. Arkadaşlarla ve özellikle Ceren ile görüşmelerimiz iyice sıklaşmıştı. Bir akşam anneme sözü Ceren’den açıp onunla birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi ve evlenmek istediğimizi anlattım. Annem mutlu olmamdan gülüyordu ama gözündeki acıyı ve korkuyu hissedebiliyordum. Öbür gün iş dönüşü eve geldiğimde bir misafir vardı. Tanıştık ve annem o ara kayboldu. Bu kişi bana tuhaf sorular sorup durdu. 1–2 saat oturduktan sonra annem gelip misafiri yolcu etti. Anneme gelenin kim olduğunu sordum da doktor olduğunu söyledi. “Yoksa hasta mısın?” dedim. Annem doktorun benim için olduğunu ve sadece genel bir kontrol yaptırmak istediğini söyledi. Sabah erkenden kalkıp hastaneye gittik be birçok testten geçirildim. Birkaç saat sonra doktor gelip hiçbir şeyimin olmadığını söyledi ve annemi odasına çağırdı. Akşam eve geldiğimde annemin gözleri ağlamaktan şişmişti. Ne olduğunu sorduğumda, “Bir cenazeye gittim, çok etkilendim,” dedi.
Artık Ceren ile hemen hemen her gün görüşüyorduk. Her geçen gün ona olan aşkım içimden taşacak gibi oluyordu. Eve erken döndüğüm bir gün misafirler olduğunu gördüm. Kimse beni fark etmedi mutfağa gidip atıştırırken ister istemez konuşulanlara kulak misafiri oldum. Konu bendim ve annemin niye üzgün olduğunu o an anladım. Meğer ben şizofreni hastasıymışım. Adını bile daha önce duymadığım bu hastalık benim hayal aleminde yaşamama neden oluyormuş. Misafirler gidene kadar ortaya çıkmadım. Annem olanları geçirince beni arkasında gördü ve “Bir şey duydun mu?” der gibi yüzüme bakıyordu. Ona, “Her şeyi duydum,” dedim. Kadıncağızın gözleri dolmuştu ve bana sarılarak ağladı. Ona üzülmemesini ve kendimi çok iyi hissettiğimi söyledim ama gerçekten korkmuştum. Bana arkadaşlarımı davet ettiğim gün hasta olduğumu anladığını söyledi. Annemin anlattığına göre benim hiç arkadaşım yoktu. Eve davet ettiğim kişiler tamamen hayal ürünüydü. Annemin hazırladığı sofrada sadece ben oturmuştum ve sanki arkadaşlarım varmış gibi saatlerde o hayali varlıklarla konuşmuştum.
Ya Ceren de hayalse?
Hiçbir şey umurumda değildi. Her şey, bütün bir dünya hayal olabilirdi ama Ceren… Ya oda hayalse? Bu ihtimal beni delirtmeye yetiyordu. Annem birçok ilaç getiriyor, bunların rahatlamam için olduğunu söylüyordu. Ama ben zaten rahattım. İşten ayrıldım ve aradan 3 gün geçtikten sonra dışarı çıktım. Her zaman gittiğimiz parka gittim. Arkadaşlar yine oradaydı. Aslında belki oradan hiç ayrılmamışlardı. Onlarla konuşurken parktaki diğer insanların alaylı alaylı güldüğünü fark ettim. O gülen insanlara, “Siz gerçek değilsiniz!” diye bağırdım. Ama onlar sadece gülüyordu. Peşimi bırakmalarını söyledim. Nereye gidersem onlarda benimle beraberdi. İlaçlar beni iyice dağıtmıştı. Düşüncelerimi toplayamıyordum. Arkadaşlar da yavaş yavaş benden uzaklaşıyordu. Ceren’i aramaktan korkuyordum. Çünkü ararsam Ceren diye birinin hiç var olmadığını anlayabilirdim. Bir gün dayanamayıp aradım ve her zamanki yerimizde buluştuk. Ona bir yandan başıma gelenleri anlatırken diğer yandan çevredeki insanlara bakıyordum. Yüne bana gülmelerinden korkuyordum. Eğer gülüyorlarsa bu Ceren’in hiç olmadığını gösterecekti. Evet, çevredeki insanlar yine alaycı bir şekilde bakıyordu ama gülmüyorlardı. Ceren olayı beni gün geçtikçe bitiriyordu.
Hoşgeldin güzel kızım!
Bir gün anneme Ceren’i eve getireceğimi söyledim. Annemin gözleri kocaman oldu. Yine bir hayali eve getireceğimden korkuyordu. Ama ben kendime güveniyordum. Ceren bir hayal değil, gerçekti. Annem isteksiz de olsa benim ısrarımla kabul etti. Öbür gün Ceren’le buluştuk ve ona, “Seni biraz sonra anneme götüreceğim,” dedim. Ceren çok telaşlandı. Hazırlık yapmadığını söyledi ama ben ısrar edince kabul etti. Artık geri dönüş yoktu. Biraz sohbetin ardından eve doğru yola koyulduk. Sokağa gelip eve yaklaştığımızda son bir kez kulağına eğilip, “Seni çok seviyorum,” dedim. Eve geldik, kapıyı çaldım. Annem açtığında ben önden girip ayakkabılarımı çıkardım ve Ceren’i işaret ederken kalbim duracaktı sanki. Annemin gözlerindeki yaşı görünce olduğum yerde yığıldım. Demek yine hayaldi… Ama annemin ağzından çıkan şu kelimeler benim için o an bir dua kadar kutsaldı; “hoş geldin güzel kızım........
KIZ KUMU EFSANESİ
Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile
bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş.
Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz...
Hal böyle olunca,
kız ile delikanlı gizli gizli
buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor
ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız
kumsalda onu bekliyor,
bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor
delikanlıya...
Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana
kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını
yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya
işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı
ışığı görünce atlıyor kayığına
ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine
doğru...
Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve
koşmaya başlıyor sevdiğini
kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür
ucuna yetişmesi imkansız...
Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor
kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor!
Kızın adım attığı her yer kumsala
dönüşürken peşinden koşan askerler
bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla...
Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı
hedefleyip salıyor okunu... Heyhat!
Kız ile delikanlı birbirlerine
sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla
buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize
karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı,
sonrasını ne gören var ne duyan!...
ELLERİMİ BIRAKMA
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi Altınay idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.Bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört adım atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin altında kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse arabaya almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde kalan bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
ÖZEL BİR EVLENME TEKLİFİ
Günlerce, gecelerce hep onu düşünmüştüm. O ise beni sadece bir is arkadaşı olarak görüyordu. Hatta bir seferinde, kız arkadaşıyla kavga etmiş ve bana cep telefonunu uzatarak, onu aramamı ve ikna etmemi rica etti. Göz yaslarımı içime akıtarak, kıza telefon açıp barışması için ikna etmeye çalıştım. Sanki tanrı dualarımı duymuştu. Kız hiçbir şekilde barışmaya yanaşmıyordu. Ben üstüme düseni fazlasıyla yapmıştım. Aradan birkaç hafta geçmişti. Haldun olanları unutup, eski neşesine kavuşmuştu. Bir aksam saat 22.00 sularında cep telefonuma bir mesaj geldi. Mesajın sahibi Haldun'du. Mesaj şöyleydi; "Yârin bana son kez yârdim etmeni istiyorum. Hayatimin askını
buldum. Ne olur benimle evlenmesi için onu ikna et." Bu mesaj beni beynimden vurmuştu.
Gün ışıyana kadar yanağımdan süzülen yaslar, yastığımda acı ve unutulması mümkün olmayan bir iz bırakmıştı. İşe giderken ayaklarım beni geri geri qötürüyor, yol bitmesin diye sürekli dua ediyordum.
Hayatımda ilk ve son kez asık olmuştum ve bu aşkı ben kendi ellerimle yok edecektim. Mesaime yârim saat geç gittim. İçeri girer girmez Haldun, bu günün hayatındaki en mutlu gün olduğunu ispatlar gibi neşeli ve bir çocuk gibi heyecanlı yanıma geldi. Ben ise yenilgiyi çoktan kabullenmiştim. Ama sevdiğimin mutluluğu beni teselli ediyordu.
Haldun, "iyi günler" dedikten sonra hemen konuya girdi; "Yeşim, senin hakkini nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama inan çok yüce bir olaya vesile oluyorsun." Elindeki telefon numarasını bana uzattı. Bu numarayı arayıp, karsı tarafa; "Haldun seni hayatini
paylaşacak kadar çok seviyor. Lütfen onu kırma ve evlilik teklifini kabul et. İnan seni şimdiye kadar kimseyi sevmediği kadar çok seviyor" dememi istedi. Sonra da masama; ''Bu emeğinin karşılığı değil ama" diyerek küçük bir hediye paketi bıraktı. Masamdaki is telefonunu alıp elimdeki telefon numarasını çevirmeye başladığımda, Haldun parmaklarımdaki titremeyi görecek diye çok endişelendim. Telefon çalmaya başlamıştı.
Birden masamdaki kutudan love story müziğini duydum. Telefon halen kulağımdaydı. Bir yandan da kutuyu açmaya çalışıyordum. Kutuyu açtığımda bir cep telefonu gördüm. Telefonu aldım ve açtım. Haldun bir hamle ile masamdaki iş telefonunu kulağımdan aldı.
Ben ise gayri ihtiyari cep telefonunu kulağıma qötürmüştüm. Haldun, şimdiye kadar duymayı her şeyden çok istediğim bir kerecik duyduğumda ölmeyi bile kabul edeceğim o cümleleri söylemeye başladı. Ben ise göz yaşlarımı tutamadım ve boynuna sarıldım.
GÜZEL KIZ
Genç adam, hergün işe giderken, yolunun üzerindeki, güllerle dolu bahçeye bakmadan geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller, içini neşeyle, sevinçle dolduruyordu.
Günler geçtikçe güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya başladı. Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.
Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı. Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini, içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri kaçtı. Adam, genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın diye gayret eder gibi, gözlerini bir güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin etkisinde kalmış sevdalandığını düşünüyordu.
Genç adam, artık her gün bir öncesine göre biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm, umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu.
Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.
* * * *
Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi. Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün, daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu.
* * * *
Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş müydü !. .
Genç kız yine her gün tüllerin arkasına geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de, artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu.
* * * *
Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden. Kaza geçirip, aylardır yattığı hastaneden sonunda çıkmış, ilk iş olarak ta, güllü bahçenin önüne gelmişti. Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara perdelerle sımsıkı kapatılmıştı.
Genç adam yolda oynayan çocuklara sordu; "-Bu evde kimse yaşamıyor mu? ". Bir çocuk; "-İhtiyar bir kadın yaşıyor. " dedi. Genç adam cevabını duymaktan korkarcasına, başka bir soru sordu; " -Burda yaşayan genç kız ne oldu? " Çocuklardan biri atıldı; "-o öldü. " dedi, genç adamın yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden başka bir çocuk atıldı; "-Verem olmuş, dün öldü. "
* * * *
Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyecanla annesiyle babasının yanına koştu, güller arasında, sallanan sandalyede oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı; "-Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !. . " Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi, yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı. . .
YILLAR SONRA
1942 yılı, soğuk bir kış gününde
Nazi toplama kampının içinde genç bir asker,
dikenli tellerin ardından genç bir kızın geçtiğini görür.
Kız da aynı şekilde genci görünce heyecanlanır. Duygularını ifade
etmek çabasıyla, çitin üzerinden kırmızı bir elma atar.
Bu o şartlardaki bir asker için bir hayat, bir umut ve sevgi işareti
anlamına gelmektedir ve mutlu olur. Genç adam, genç kızın uzattığı
elmayı alır. Parlak bir ışık o nun karanlığına değmiştir.
Ertesi gün, bu genç kızı yeniden görmeyi umut etmenin bile
çılgınca olduğunu duşünmesine rağmen, çitin ötesine bakmaktan
kendini alamaz. Dikenli tellerin öteki yanındaki genç kız ise,
kendisini bu denli heyecanlandıran yüzü yeniden görmeyi arzular
. Elinde elma ile koşarak çitin kenarına gelir. Tipi ve dondurucu
havaya rağmen kız, elmayı dikenli tellerin üstünden uzattığında,
kalbi birkez daha sıcak duygularla dolar. Bu sahne birkaç gün
boyunca tekrarlanır. Sadece bir an ve sadece birkaç kelime
edebilmek için bile olsa birbirlerini görmek için
sabırsızlanırlar. Bu anlık karşılaşmanın sonuncusunda,
genç asker üzgün bir yüz ifadesi ve titreyen sesi ile;
-Yarın bana elma getirme, burada olmayacağım. Beni başka
bir kampa gönderiyorlar der ve geri dönüp vedalaşamayacak
kadar buruk bir şekilde uzaklaşır. O günden itibaren,
kederli anlarında o tatlı kızın görüntüsü gözlerinde canlanır.
Gözleri, sözleri, nezaketi, saflığı, utangaç yüz ifadesi...
Genç adamın tüm ailesi savaşta ölmüştür. Tanıdığı hayat
bütünüyle yok olmuş, sadece bu bir tek anı canlı
kalarak kendisine umut vermeyi sürdürmüştü.
1957 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde,
her ikisi de göçmen olan, fakat birbirlerini tanımayan iki
yetişkin, arkadaşları aracılığı ile tanışırlar.
-Savaş sırasında neredeydiniz? diye sorar kadın
-Almanya da bir toplama kampındaydım diye yanıtlar adam
Kadın tatlı bir tebessümle bir an uzaklara dalar ve daha sonra;
-Toplama kampındaki bir gence, elma attığımı anımsıyorum.
Bir kaç gün hep aynı yerden çitin öteki yanındaki askerle konuşur,
bakışırdık. Sonra o gitti... Ama ben o nu hiç unutamadım.
Hep sevdim... cok sevdim. Adam şaşkınlıkla sorar;
Bir gün o genç sana "Artık elma getirme,
çünkü başka bir kampa gönderiliyorum" dedi mi?
Kadın iyice şaşırmış bir ses tonu ile
-Evet. Ama siz bunu nereden biliyorsunuz? diye sorar
Adam kadının gözlerinin içine bakarak;
O genç asker bendim. Yıllarca hep düşündüm, hep o güzel
birkaç günün anısı ile doldurdum düşlerimi.
Benimle Evlenir misin?